Alnımdaki ve Aklımdaki Ayasofya - Burak Yilmaz

‘Nihayet, hamdolsun’ diye düşünüyordu vakur adımlarla kapıdan içeri girerken.

  • 0702,2019

    Alnımdaki ve Aklımdaki Ayasofya - Burak Yilmaz

    ‘Nihayet, hamdolsun’ diye düşünüyordu vakur adımlarla kapıdan içeri girerken. Çok uzun süre dışarıdan seyrettiği, bir hadis’e yaslanarak güç aldığı, gemileri karaya çıkarıp yürüttüğü takvimin bir dönemini kapatan harp artık bitmişti. Şehzadelik döneminde bir gece ışığının niye yandığını merak ederek odasına gelen ve kendisinin fetih planlamalarını kâğıt üstünde görerek heyecanından mesut olan Hocası Molla Gürani’nin ‘Evladım, Bu büyük zafere nail olmanı can’u gönülden arzu ederim. Fakat ben senin cahil bir sultan olmanı değil; âlim ehl-i kalb ve feraset sahibi bir hükümdar olmanı isterim’ sözleri aklındaydı. Şimdi İstanbul’un fethine nail olmuştu, gönülleri feth etmek ve imparatorluğun ortasındaki bu sivilceyi sıktıktan sonra sancağı Avrupa’da ileri taşımak gerekti. 5. yüzyılda inşa edilen, onlarca hükümdarın taç giydiği, dönemlerinde en büyük kilise olmuş Ayasofya’nın içinde şükür secdesi için seccadesine attığı adımlarını birbiri ardına sıralarken aklından hızla geçen düşüncelerden bazıları idi bunlar.

    Kubbe tavanı ile başını cami olmaya evvelden hazırlamış adının anlamı kutsal bilgelik olan Ayasofya’da, ‘muştusunu Resulün ile verdiğin fethe beni, bu aciz kulunu layık gören yüce Mevlama hamdolsun’ diyordu nemli gözlerle. Öyle ya; böyle bir Malik’in karşısındaki acizlik en kudretli makam değil miydi? O’na kul olmayı tadan, bin ülke padişahlığını neylesindi…

    Mehmet olarak başladığı ömrüne Rahman Sultanlık tahtı vermiş; şimdi de ‘fatih’ kemerini takmayı lütfetmişti. O da verilmiş bu büyük güzelliğe ‘İslambol’ diyerek İslam’ın yoğun yaşandığı bir başkent olması duasını şehrin ismine taşımıştı. Takip eden dönemde Ayasofya’nın her köşesine yaptırdığı dört minare Allah en büyük diyecek; bu fetih nişanı yapıdan rükûlar ve Kur’an kelamları eksilmeyecekti.

    Şehzadeliği döneminden bu fethe hazırlanacak bir vizyona sahip olan Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya’yı tadil edip camiye dönüştürerek adına kurduğu vakfiyeye ileri görüşlülüğünü gösteren muazzam bir madde de eklemişti; ‘ Ayasofya’yı camiye dönüştüren hükmümü birisi değiştirirse, birisi bu mülkü camilikten çıkarırsa; Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi tüm Müslümanların laneti onun ve onların üzerine olsun, azapları hafiflemesin, onların haşr gününde yüzüne bakılmasın!’ Özeti bu olan hükümle torunu Yavuz Sultan Selim’in getireceği halifeliğin başkentinin merkezini belirlemiş; ‘Osmanlı’nın merkezi artık burasıdır’ demişti.

    Bu emanet 500 yıl boyunca görevine hizmet etti. Pek çok kez tadilat yapıldı. Duvarlarında asılı 7.5 metre çapındaki Hz,Muhammed, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin hat levhaları İslam en büyük levhaları. Ayrıca duvarında asılı olan Nur Suresinin 35. Ayeti’de Ayasofya’nın İslam ve Anadolu için anlamını anlatmakta zannımca, yazanın ne önemi var; Yazdıran var diyorum aklımca:

     ‘Allah göklerin ve yerin nûrudur. Onun nûrunun misali, içinde kandil bulunan bir kandilliktir. Kandil bir cam içindedir, cam inciyi andıran bir yıldızdır; (bu kandil) doğuya da batıya da ait olmayan, yağı neredeyse ateş dokunmasa bile ışık veren mübarek bir zeytin ağacından yakılır. Nûr üstüne nûr. Allah nûruna dilediğini kavuşturur. Allah insanlar için misaller veriyor, Allah her şeyi hakkıyla bilmektedir.’

    Resulullah (sav) tarafından “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, o ordu ne güzel ordudur.” denilerek işaret edilen; bu topraklarda bir sır olmalı… fantastik kitapların ‘gizemli’ diye nitelendirdiği bizim ise ‘mübarek’ diyerek tanımladığımız bu durum İslambol’u bir devrin ‘nur’ merkezi, Ayasofya’yı’da pergelin iğnesi yapmış.

    Ta ki 1934’e kadar. Ani bir karar ile müze oldu Ayasofya. ‘Niye?’ sorusu hepimizi silkelerken en doğru kaynak Celal Bayar’ın anlattıkları… 1934 yılı Türkiye’nin İtalyan tehditine karşı Balkan üllkeleri ile pakt kurma çabalarının olduğu bir yıl. Bu sebeple Atina’ya giden Celal Bayar’a Yunan Başbakanı Türkiye’nin bu pakta dâhil olması için bir jest yapmasının kamuoyunu iknada etkili olacağını söylüyor. Bu jest de Ayasofya’nın müzeye dönüşmesi. Denize düşüp yunan yılanına sarılan bizden haraç istiyorlar yani! Bu konuyu Celal Bayar Mustafa Kemal’e aktarıyor, ya işlerine geliyor, yahut bu blöfü yiyecek kadar basiretsiz ikisi de. Zira M. Kemal ‘Az önce Vakıflar Genel Müdürü buradaydı, Ayasofya Camii’ni tamir edecek parayı bulamıyorlar, Bugünkü hali ile harap ve bakımsız. Hatta mezbelelelik. Ayasofya’yı müze yapsak, hem harabiyetten kurtarsak, hem de Yunanlılara jest yapıp Balkan Paktı’nı Kurtarsak’ diyor, ve yapıyor. Bu toprak insanının açlıktan ölme pahasına ekek parasını verip o emaneti, Ayasofya Camii’ni yaptıracağını düşünmek istemiyor!

    Unutuyor Fatih’in Yunanlıların atalarında İslambol’u nasıl aldığını, unutuyor Fatih’in vakfı hangi şartlarla emanet ettiğini, unutuyor hangi bedduaya muhatap olduğunu, unutuyor kendisine İzmir’in dağlarında çiçekler açar… diye marşlar söylenirken Yunanlıyı kaç şehitle denize döktüğünü…

    Farkında değil ‘cami’ kelimesini çizip üzerine ‘müze’ yazarak Ulubatlı’nın titreyen kemiklerinin… Ve toprağın altında iken bilmiyor; Ayasofya’nın yanından geçerken başları öne eğik binlerce Müslüman’ın iç çektiğinin…

    Peki, ne olacak? Ey okuyan! Her urbanın bir muhatabı var malumun… İtfaiye elbisesini itfaiyeci giyer, itfaiye arabasına biner ve yangını söndürmeye gider; zira kurallar yetkinliğe makam verir. Avukat cübbesini avukat giyer ve arabası ile mahkemeye gider; yine kurallar böyledir. Tüm makamların gereği yerine getirildiğinde kendilerine o makamın üniforması ve bineği verilir. Müslüman’da, İslam toplumu da kurallar kitabına göre görevlerinin gereğini yaptığında kıyafeti verilecek ve bineği olan, Allah ile buluşmasını sağlayacak mekan/mekanlar kendisine verilecek. Biz her ne kadar Ayasofya Cami’nin Ayasofya müzesine dönüşmesini ve bu süreçteki basiretsizlikleri kaleme alsak da aslolan hakketmediğimiz için Hak tarafından herhangi bir el ile elimizden değerlimizin alınışıdır. Nimet yanımızda iken varamıyor oluşumuzun sebebi budur.

    Bugün tüm ümmetlerin ayrı ayrı helak olma sebeplerinin tamamının tek ümmette toplandığını gözlemlerken, cebinde faizi, dilinde gıybeti, gözünde dünyeviliği taşırken ‘Niye?’ demek insansı ayrı bir ar’sızlık olsa demek!

    Fabrika ayarlarına yeniden dönmek için kendimize reset atma zamanı şimdi… Hayatı yeniden ‘Kur’ mak için yalnız O’nu ‘an’ mak zamanı şimdi… Yürekte bir inkılab ile bugünün nefsi tutkularından arınacak kolektif topluluklar oluşturup, entelektüel birikimli gençler yetiştirip, kalem ve kelam ile fetih için bir araya gelme zamanı şimdi…

    Bu planlamayı yaparak bu niyetle bir araya gelişler Ayasofya’daki secdeyi inşallah nasip edeceği gibi, bu yoldaki her bireyin her yerdeki her secdesi de şükür secdesi olur biiznillah. O sebeple amaç yalnız Ayasofya kapısı değil, rızay’ı İlahi kapısı nasıl açılır? bu olmalı.

    Zira hem kilit, hem de anahtar O’nda.

    Bismihi ve Subhanehu.

EĞİTMEN KALFALIĞI

Bir Muallimin Çıraklık Yolculuğu...

"Copyrights © • Tüm hakları saklıdır."