Niçin Sünnet Var? - Burak Yilmaz

  • 1705,2019

    Niçin Sünnet Var? - Burak Yilmaz

    Çok sevinçliydi. Yıllardır çalışırken harekete geçen ve neredeyse banyodan çıkacak kadar yürüyen, tüm ailenin isim taktığı ve ‘bak bizimki yine geliyo’ diye takıldığı çamaşır makinesinin yerini nihayet yenisi almıştı. Küçük küçük paralar biriktirmişler ve ancak denklemişlerdi. Firma makinayı getirdi, ilk çalıştırmayı teknik servis yapacaktı, garanti kapsamında olması için bu şarttı. ‘Ne gerek var, ilk defa mı makine çalıştırcaz’ dedi Ayşe, eline kullanma kılavuzunu aldı, çok iyi hazırlanmıştı ama çekindi yine de… Böylesine kapsamlı bir makine hata kaldırmazdı. Nitekim teknik servis geldiğinde kullanma kılavuzunda yazılanları uygulayarak anlattı, hatta uygulattırdı. Şimdi Ayşe ve Ahmet’in zihninde çok daha iyi oturmuştu, artık tüm detayları kavramışlardı.

    Teknik servisi uğurladılar. Ahmet ‘ben ikindiyi kılmadım, hemen namaza geçiyorum’ dedi, omuz silkti Ayşe, daha neredeyse bir saat vardı, oldum olası Ahmet’in bu detaycılığını anlamıyordu, namazdı, kılınırdı, kılınamazsa kaza edilirdi. Ahmet, Ayşe’ye ‘sünnetleri aksatma’ diyordu; Ayşe onca insan namaz dahi kılmazken Kur’an’da yazmayan ve Peygamberin yaptığı iddia edilen şeyleri yapmaya anlam veremiyordu. Bunları düşünürken yağmur çiselediğini gördü, balkona çıkıp çamaşırları toplamak gerekti, Ahmet’te tam balkon kapısının önüne sermişti seccadeyi ve önünden geçilmesine çok kızardı; ancak çamaşırlar ıslanacaktı, ‘bi seferden no’olcak canım’ dedi Ayşe, geçiverdi Ahmet’in önünden ve balkona çıktı. İçeri geri döndüğünde kurtardığı çamaşırlar için mutluydu, ancak Ahmet’in rengini atmış görünce ‘hah şimdi yine kopacak pandomim’ diye iç çekti. Ahmet ‘niye geçiyorsun Ayşe, namaz kılanın önünden geçilmez, Hz. Peygamber (sav) namaz kılanın önünden geçmektense 40 yıl beklemenin daha hayırlı olacağını belirtmiş’ dedi. ‘Aman’ dedi Ayşe, ‘biraz televizyon seyret, ne biliyorsun öyle dediğini, onların çoğu uydurmaymış, hem sen namazı kime kıldığını bilmiyor musun, ne mantıksız, niye geçmeyecekmişim önünden’ diye söylendi. Ahmet içinden ‘la havle’ çekerken devam etti Resulullah  (sav) veda hutbesinde de ‘Size, sımsıkı sarıldığınız sürece asla hak yoldan uzaklaşmayacağınız apaçık dinî, ilmî, idari, siyasi kuralları içe­ren Allah'ın kitabı Kur'ân'ı ve Resûlü'nün sünnetini bıraktım. Bunlarla amel ediniz, davranışlarınıza Kur'ân ve sünneti yan­sıtınız’ demiş, ayrıca Kur’an’da, Nisa Suresi 80. ayette ‘Kim Peygamber’e itaat ederse Allah’a itaat etmiş olur diyor, ayrıca bunu yineleyen başka ayetler de var’ dedi. ‘Ben anlamıyorum’ dedi Ayşe; ‘sünnetti, hadisti, ayetti… bir sürü kural ve gereklilikler var, herkes bir şey söylüyor, neyin doğru olduğunu bilmiyorum, koca koca adamlar, profesörler, bir sürü hadis için uydurma diyor, ben Kur’an’ı bilirim’ diye ekledi. ‘Ah’ dedi Ahmet, şeytanın 7/24 mesaisi diye düşünürken ‘anlatayım hanımım, vakit bu vakitmiş’ diye ekledi.

    ‘Bak Ayşe’m’ dedi Ahmet, ‘hepimizin inandığı Allah; el Âlim, yani herkesten daha fazlasını bilmeye muktedir olan, en bilen. En Bilen, bu başını bilmediğimiz, sonunu kavrayamadığımız, kâinat düzleminin küçücük bir yerine, belki de ilminden sadece trilyonda birini inkişaf ettirerek bizi yaratmış. Hani Yıldızlararası diye bir filmde Satürn’ü geçen bir astronot bir uzaydaki bir kırılmanın içinden geçerek yıllar sonra yine çıkış noktasına geliyordu ama geldiği yer ile çıkış noktası arasında yalnızca bir perde vardı, biz de buna hayret etmiştik. İşte film de dahi hayret ettiğimiz bu kâinatın bizim için bilinmez olan deryasının bir noktası olan dünyada, küçük bir noktayız her birimiz. Önceden tasarlanmış olan milyonlarca gelişme sonrası Hz. Âdem (as) ile başlayan ve bugünden 15 asır öncesine kadar giden bir hayat akışı, yaşananların muhteşem bir özetle bize ders olarak verildiği Kur’an ve bu Kur’an’ın hükümlerini tatbik eden bir Resulullah (sav) ile son boyutuna taşınıyor. Her yaşayan insan topluluğu ayrı bir kültür ve anlayış düzeyinde, her topluluğa da onlara uygun bir peygamber gönderilmiş; gerekli görülenlere de kitap da eklenmiş. Her insanlık döneminin tecrübelerini bugüne taşıyan bir eşsiz kitap ile eşsiz peygamber ile de bu nakletme tamamlanmış. Buraya kadar olanlar özet hükmünde ve bunlarla ilgili her soru işareti de ayrı bir açıklamaya muhatap; ama biz asıl konumuza devam edelim.

    Bu Kur’an öyle bir kitap ki; insanın kültürel ve zihinsel gelişimi devam ederken, her yüzyılda beynin açılan anlayışına ve gönlün aralanan perdelerine yeni öğretiler gösteriyor. Her insan aynı kitabı okusa da her biri kendi akıl-gönül kapasitesinin karşılığına ulaşıyor. İşte insanın bu yolculuğunda Kur’an hükümlerinin icrasında yaşayacağı tereddütleri ortadan kaldıracak, ‘nasıl?’ sorularına muhatap muhteşem bir temsil makamı giriyor devreye; temsilcinin hal dili ‘sünnet’ ve söz dili ‘ hadis.’

    Hadi bugün aldığımız çamaşır makinasını düşünelim. Bu makinayı nasıl kullanacağımız, bu makinayı üreten mühendis tarafından kapsamlı bir kullanma kılavuzu ile bize sunulmuş olsa da biz onu açmaya çekindik bozabilme endişesi ile. Ne zaman teknik servis geldi ve bize kullanımını gösterdi, biz artık bu makinayı kullanmaya muvaffak olduk. Hal böyle iken çamaşır makinasından yüzbinlerce kat daha komplike olan insanın yaşam yolculuğundaki adımlarını tatbik etmesi de onun üreticisi olan Allah tarafından kullanma kılavuzu olan Kur’an ve onun teknik servisi olan Resulllah (sav) söz ve uygulamaları ile sabitlenmiş. Uygulayıcıyı dikkate almayanın arıza yapması kaçınılmaz yani. Nitekim makineyi çalıştırmak için prize takıp akım almanın şart olduğu gibi, insanın tek doğru seyahat yöntemi olan İslam yolculuğuna başlaması için atacağı ilk adımın sözleri de net; ‘şahitlik ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahitlik ederim ki Muhammed O’nun kulu ve elçisidir.’ Şahitlik etmek görmek ile; kul ve elçi olana şahitlik ise O’nun elçilik ettiği uygulamaları gönül ile görmek ve tatbik etmekle olur. Üreticimiz olan Allah’ın, bizim yani insani mekanizmamızın doğru şekilde çalışması için koşmuş olduğu şart, kelime anlamı Peygamber Yasası olan sünnetlere ve kelime anlamı Peygamber Vakaları olan hadislere uymamız. Mahkeme hâkiminin tokmağına el pençe durup, El Hakim’e muhalif olmak da bu işin trajikomik tarafı. Zira ‘taam canım Peygamber’e inanıyoruz tabi ki diyip, onun sünnetlerini uygulamayıp, hadislerine yalan yaftası yapıştırıp, insanların arasına nifak sokanların yolunu gözden geçirmesi gerekir!

    Ha gelelim en kritik soruya; ‘bunlar uydurma!’ diyenler… İman etmiş bir insan biliyor ki Allah Kur’an’a kıyamete kadar sahip çıkacak; Hicr Suresi 9. Ayet ile de bu sabit: ‘Zikri (Kur'an) biz indirdik. Onun için Zikri biz koruyacağız.’ Ayet tahrif edildi diyen var ise ayrı bir sohbet yapmalıyız, hatta sohbetler; kırk tane söz mucizesi Kur’an’ın insan tahrifine kapalı olduğunu gösterir. ‘Biz ayet demiyoruz, hadisler, sünnetler uydurma diyoruz’ diyen nadanlara ilk sözümüz şu; Resulünü İslam olma şartının ilk kelamına koyan ve ayetini korumaya muktedir olan Allah, onun hadis ve sünnetlerinin tahrifine müsaade ediyor öyle mi? Bu akıl tutulmasını yaşamak normal, eğer aklın gönül ile olan bağlantısını keser isek.

    İkinci sözümüz ise gönlü, kalp ile bakışı reddeden maddecilere uyanlara. İslam; insanın maddesinin içine hapis olmuş olan manasını tespit etme ve geliştirme yolculuğudur. Bu keşf ve gelişim için verilmiş olan başlangıç, orta, ileri ve çok ileri temel gelişim antrenmanları ile ruhunun dizginlerini eline alma gayretinde olan Müslümanlar yanlış ile doğruyu ayırt eder, kenarda köşedeki yanlış kelamlara muhatap olmaz, mevzu dahi etmezler. Farı kirli arabanın önünü aydınlatamaması gibi devamlı kir içinde boğuşanların her yeri kirli görmesi de bundandır, istikameti belli etmek ve ayrılmamaya gayret etmek lazımdır.

    Üçüncü sözümüz ise şu; İslami tüm zaruriyetlerin, farzların ve bunları açıklayan sünnetlerin, fenni bir sebebi vardır. Mesela Ayşe’m bizim bugünkü mevzumuz, namaz kılarken önümden geçmene içerlemem…’ ‘hah, dedi Ayşe, esas konuya geldik.’ Devam etti Ahmet, ‘aslında bu 18 haftalık bir ders ama kısaca özetleyeyim, insan ruhu dediğimiz şey bir enerji kütlesidir ve bu enerjinin de beslenmeye ihtiyacı vardır, aynı telefonun bataryası gibi. Namaz bu enerjiyi tamamlayan bir seramonidir, enerji noktalarının açık olduğu vakitlerde ruh enerjimizi tamamlamak için namaz kılarız.’ ‘İlginç de önden geçme ile bunun ne alakası var’ diye düşündü Ayşe. ‘Bilim adamları dünyanın üzerinde insan bedeni ile ruhunu birleştiren enerji hatları gibi olan enerji dağıtım hatları keşfetmişler, bunlara ley akımları demişler. Toplumsal büyük üzücü olayların yaşandığı kara akım hatları ile, pozitif enerji dengesini sağlayan beyaz akım hatları. Mekke’de bulunan Kâbe ve Arafat Dağı’nın altı, gerçekte tüm beyaz akım hatlarının kesiştiği ve enerji santraline benzer biçimde yayınlandığı en önemli merkez. Kıbleye dönmenin ve kamet ile şarja start vermenin sebebi bu. Bu enerji aktarımı esnasında insanın önünden geçen başka bir insan bu operasyonu sonlandırıyor, Resulullah’ ın (sav) hadis ile bunu engellemesinin sebebi de bu. Tüm farzlar, sünnet ve hadisler benzer bir fenni sebebe sahip.’ Ahmet sustu. Ayşe’nin gözleri nemliydi, sağ alt dudağını ısırıyor; bu muhteşem organizasyonu bilmemenin cahilliği ile bu organizasyonu kuran mimarın muhatabı olmanın gururu arasında bir yerlerde duruyordu.

    ‘Bak’ dedi Ahmet. Müslümanın öğrendikçe bağlılığının kuvvetleneceğini ve bu kuvvetlenme ile arzın mutlak hâkimi olarak El Hâkim’e olan görevini icra edeceğini bilen İblis, kendisine avanelik eden bu sünnetsizlerin ipini bundan tutuyor. Kibri sebebiyle kovulan bu mahlûk, kibirlenme tuzağına düşürdüğü bu sözde hocalara ‘sünnet yok, hadisler yalan, olan hadisleri de biz Kur’an’la ispatlayalım sonra onay veririz’ dedirtiyor. Çünkü sünneti ve hadisi inkâr ettirdiklerinde, Kur’an’ı kendi şer zihinleri ile yorumlayarak İslamsız bir İslam oluşturacaklar ve bu yeni dinin tek uleması kendileri olup bol bol kafalarına göre fetva verecekler. Tesettürün aksesuar, sakalın tarz olduğu bu yeni akımlar, ojeli abdest alan hanımlar ve dar pantolonu sebebiyle namaz kılamayan beylerin nargile kafelerdeki muhabbetlerine meze şimdi.

    Ayşe ‘hadi ‘ dedi, ‘vakit geçmeden akşam namazını kılalım.’ İçinden de bir evin erkeğindeki İslam bilincinin sağlamlığının önce o ailenin sonra da o toplumun temel gerekliliği olduğunu anladı. Ahmet seccadeleri seriyor, Ayşe ise gönlüne gelen nura hoş geldin deme heyecanı yaşıyor; dudağına birden takılan o sözlerle abdest almaya gidiyordu…

    ‘Tâleâl- bedru âleynâ / Min seniyyâti-il vedâ… (Ay doğdu üzerimize / Veda tepesinden)

    Vecebbeşşükrü Aleyna / Mâdeâ lillahi de’a… (Şükür gerekti bizlere /Allah’a davetinden)’

     

     

     

     

EĞİTMEN KALFALIĞI

Bir Muallimin Çıraklık Yolculuğu...

"Copyrights © • Tüm hakları saklıdır."